EDEBİYAT

  
         TÜRK ŞİİRLERİ, ŞAİRLERİ
       
       FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA
                             (26.08.1914 - 16Ekim 2008) 
   Kuleli Askeri Lisesini ve Harp Okulu'nu bitirdi. 1950 yılında askerlikten emekli oldu. "Yavaşlayan ölüm" adlı ilk şiiri 1933'te İstanbuldergisinde çıktı.
Şiirlerinde çocuklara en çok yer veren bir şairimizdir.
     Yapıtlarından bazıları: Havaya çizilen dünya(1935), Çakır'ın destanı(1945), ÜçŞehitler Destanı(1949), Toprak Ana(1950), Cezayir Türküsü(1961)Çanakkale Destanı(1965)İçimdeki Şiir Hayvanı(2007)

MUSTAFA KEMAL'İN KAĞNISI  

Yediyordu Elif kağnısını
Kara geceden geceden
Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu
Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar
İnliyordu dağın ardı yasla
Herbir heceden heceden


Mustafa Kemal'in Kağnısı derdi kağnısına
Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı
Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifcik
Nam salmıştı asker içinde
Bu kez herkesten evvel almıştı yükünü
Doğrulmuştu yola, önceden önceden

Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif,
Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar
Kocabaş çok ihtiyardı çok zayıftı
Mahzundu bütün Sarıkız, yanısıra
Gecenin ulu ağırlığına karşı,
Hafiftiler, inceden inceden

İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında
Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri
Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim
Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına
Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti
Niceden niceden

Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu.
Nazar mı değdi göklerden, ne?
Dah etti, yok. Dahha! dedi, gitmez.
Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gıcır gıcır
Nasıl durur Mustafa Kemal'in Kağnısı
Kahroldu Elifcik, düşünceden düşünceden

Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş,
Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni.
Geçer, götürür ana çocuk mermisini askerciğin
Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım
Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır
Düşerim gerilere iyceden iyceden


Kocabaş yığıldı çamura
Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar
Örtüldü gözleri örtüldü hep
Kalır mı Mustafa Kemal'in Kağnısı bacım
Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik
Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden.

       MEHMED ÂKİF ERSOY:
  
(İstiklâl Marşı şairidir. 1877 yılında İstanbulda doğdu. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Tâhir Efendi'dir. İlk ve orta öğreniminden sonra mülkiye mektebine gitti. Babası ölünce mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebinde okudu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı. Ziraat bakanlığının görevli baytarı olarak Rumeli, Anadolu ve Arabistanda görev yaptı. 1893, 1913 tarihleri arasında bu memuriyet hayatı devam etti. 
    1908 Meşrutiyetinden sonra, yazdığı şiirlerini Sırât-ı Müstakîm'de yayımlamaya başladı. 
    Birinci Cihan Harbinde işgale uğrayan vatanını savunmak için. Mustafa Kemal Atatürk'ün yanına Ankaraya gitti. 1920'de Burdur milletvekili olarak 1. TBMM'de  görev aldı. 17 Şubat 1921'de İstiklâl Marşımızı yazdı. 
    27 Aralık 1936 yılında İstanbul'da vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığı'ndadır.
    Yazdığı yedi kitabındaki şiirleri SAFAHAT adı altında basılmıştır. Bu kitabında oniki bin  mısra vardır. Şiirleri, manzum hikayeler, hitabet şiirleri,lirik şiirler ve taşlama şiirleri olarak sınıflandırılabilir. "Asım" adlı eserinde, halk dili ve üslubunu en başarılı biçimde kullanmıştır.)
                   
                 HAKKIN SESLERİ
          .......
          Husrana rıza verme!... Çalış... Azmi bırakma!
          Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma!
          Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş..
          Sesler de: "Vatan tehlikedeymiş..Batıyormuş!"
          Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından,
          Tek kol da "yapışsam..." demiyor bir tarafından!
          Sahibsiz olan memleketin batması haktır;
          Sen sahibolursan bu vatan batmayacaktır.
          Feryadı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar...
          Uğraş ki; telafi edecek bunca zaman var.
          Feryad ile kurtulması me'mul ise haykır!
          Yok, yok! hele azmindeki zincirleri bir kır!
          "İş bitti... Sebatın sonu yoktur!" deme, yılma!
          Ey millet-i merhuma, sakın ye'se kapılma. 
                    ( Safahat- 3. kitap: Hakkın Sesleri- sayfa: 268) 

                    FATİH KÜRSÜSÜNDE
          ......
          Şimale doğru gidersin: soğuk bir istikbâl,
          Cenuba niyyet edersin; açık bir istiskâl!
          "Aman Grey! Bize senden olur olursa meded...
          Kuzum Puankare! Bittik.. İnayet et, kerem et!"
          Dedikçe sen, dediler karşıdan "İnâyet ola!"
          Dilencilikle siyaset döner mi, hey budala?
          Siyasetin kanı: servet; hayatı: satvettir;
          Zebûn-küş Avrupa bir hak tanır ki: Kuvvettir.
          Donanma, ordu yürürken muzafferen ileri,
          Üzengi öpmeğe hasretti Garb'ın elçileri!
          O ihtişâmı elinden niçin bıraktın da,
          Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında?
          "Kadermiş" Öyle mi Hâşâ, bu söz değil doğru:
          Belânı istedin, Allah da verdi...Doğrusu bu.
          Talep nasılsa, tabiî, netice öyle çıkar,
          Meşiyyetin sana zulmetmek ihtimali mi var?
          "Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
          O'nun hesabına birçok hurafe uydurdun!
          ....       ( Safahat-Dördüncü kitap: Fatih Kürsüsünde- sayfa:329.. Yıl:1914)
                    İstiskâl: Küçümseme
                    Grey: O devrin İngiliz devlet adamı.
                    Puankare: O devrin Fransa Başbakanı.
                    İnayet ola: Allah versin.
                    Satvet: Üstün kuvvet.
                    Zebûn-küş: Zayıfı ezen
                    Meşiyyet: İlâhi irade, Allah'ın iradesi.
                   
                     HAKKIN SESLERİ
          ......
          Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım:
          Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım!
          Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim, bilmem ki?
          Öyle dehşetli, muhîtimde dönen mâtem ki!..
          Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan
          Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan?
          Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor ey yolcu,
          Nereden başladı yükselmeye bak, nerde ucu!
          ......
          Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar:
          Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar!
          Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler!
          Kimbilir hangi şenâatle oyulmuş gözler!
          "Medeniyyet" denilen vahşete lâ'netler eder,
          Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler!
          Süngülenmiş, kanı donmuş, nice binlerle beden!
          Nice başlar, nice kollar ki cüdâ cisminden!
          Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat!
          Sonra, nâmûsuna kurban edilen bunca hayat!
          Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler!
          Ğöğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler!
          Teki binlerce kesik gövdeye âid kümeler:
          Saç, kulak, el, çene, parmak... Bütün enkâz-ı beşer!
          Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından,
          Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can!
          İşte bunlar o felâket-zedeler ki, düşün,
          Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün!
          Müslüman'lıkları biçârelerin öyle büyük
          Bir cinayet ki:cezalar ona nisbetle küçük!
          ......
          Tükürün, milleti alçakça vuran darbelere!
          Tükürün onlara alkış dağıtan kahpelere!
          Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayasız yüzüne!
          Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
          Medeniyyet denilen maskara maklûku görün:
          Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!

          Hele i'lânı zamanında şu mel'un harbin,
          "Bize efkâr-ı umûmiyesi lâzım Garb'in;
          O da Allah'ı bırakmakla olur" herzesini,
          Halka iman gibi telkîn ile, dînin sesini
          Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün!..

          Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün...
          Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsâid lâzım!
          Artık ey yolcu, bırak... Ben, yalınız ağlıyayım!
              (Safahat-üçüncü kitap: Hakkın Sesleri. 
             Yıl: 22 Safer 1331 * 17 Kânun-i Sâni 1328 * Milâdi yıl:30 Ocak 1913 *)
          
          Reng-i hüviyet: kimliğinin rengi- şiirde: yüzü tanınamaz hale gelmiş
          Şenâat: rezillikle, vahşetle
          Medeniyyet: uygarlık, Avrupa uygarlığı
          Cüdâ: ayrı, şiirde: kesilerek ayrılmış
          Mahlûkat: şiirde, bebekler anlamında
          Enkâz-ı beşer: şiirde: kesilip parçalara ayrılıp yığılmış insan organları 
          Ehl-i Sâlib: Haçlılar, şiirde: hıristiyanların barbarları anlamında 
          Garb: Batı, Medeni Avrupa ülkeleri
          Efkâr-ı umûmiye: kamuoyu, halkın-kamunun vicdanı
          Yâr-ı müsâid: Ruhuma uygun bir dost   
    
                    ORHAN VELİ KANIK: 
              13  Nisan 1914'te İstanbul'da doğdu, 14 Kasım 1950'de genç yaşta beyin kanamasından öldü. Türk şiirine yepyeni bir hava getirmiş olan ünlü Türk şairlerindendir.Bir ay boyunca sitemizde şairimizin şiirlerinden seçmeler sunacağım. Bu yayını her ay bir başka şairimizin şiirlerine yer vererek sürdüreceğiz.)

                                 GÜN OLUR
                    Gün olur, alır başımı giderim,
                    Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda
                    Şu ada senin, bu ada benim,
                    Yelkovan kuşlarının peşi sıra.

                    Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
                    Çiçekler gürültüyle açar;
                    Gürültüyle çıkar duman topraktan.

                    Hele martılar, hele martılar,
                    Her bir tüylerinde ayrı telaş!..

                    Gün olur, başıma kadar mavi;
                    Gün olur, başıma kadar güneş;
                    Gün olur, deli gibi...
                              ******* *******          ******* *******
                                                  YOL TÜRKÜLERİ
                    ........
                    ........
                    
Sabahları erken kalkılıyor yolculukta;
                    Doğan güneşe karşı,
                    Dertler biraz daha unutulmuş,
                    Gurbete biraz daha alışılmış,
                    Yapılacak işler düşünülüyor.

                    " Düzce yolu düz gider,
                    Aman bir edalı kız gider."

                    Düzce'deyim Yeşil Yurt otelinde.
                    Otelin önü çarşı,
                    Salepçiler salep satar otele karşı.

                    Yine dertli geçirdim geceyi,
                    Şarkılarla, türkülerle;
                    .........
                    .........                 
                    " Siyah akar Zonguldak'ın deresi;
                    Yüz karası değil, kömür karası;
                    Böyle kazanılır ekmek parası. "

                    Gemiler vardı limanda gemiler
                    Her biri yeni bir ufka gider.
                                                  ( 1945 )


                            GÜZEL HAVALAR
                     Beni bu güzel havalar mahvetti,
                     Böyle havada istifa ettim
                     Evkaftaki memuriyetimden.
                     Tütüne böyle havada alıştım,
                     Böyle havada aşık oldum;
                     Eve ekmekle tuz götürmeyi böyle
                     Böyle havalarda unuttum;
                     Şiir yazma hastalığım
                     Hep böyle havalarda nüksetti;
                     Beni bu güzel havalar mahvetti.
                                   
                             SEVDAYA MI TUTULDUM 
                    Benim de mi düşüncelerim olacaktı,
                    Ben de mi böyle uykusuz kalacaktım,
                    Sessiz sedasız mı olacaktım böyle?
                    Çok sevdiğim salatayı bile
                    Aramaz mı olacaktım?
                    Ben böyle mi olacaktım?

                            ANLATAMIYORUM
                                                            (moro romantico)
                    Ağlasam sesimi duyar mısınız,
                    Mısralarımda;
                    Dokunabilir misiniz,
                    Gözyaşlarıma, ellerinizle?

                    Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
                    Kelimelerinse kifayetsiz oldoğunu
                    Bu derde düşmeden önce,
                    
                    Bir yer var, biliyorum;
                    Her şeyi söylemek mümkün;
                    Epiyce yaklaşmışım, duyuyorum;
                    Anlatamıyorum.


                           İSTANBUL TÜRKÜSÜ
                    Istanbul'da boğaziçi'nde,
                    Bir fakir Orhan Veli'yim;
                    Veli'nin oğluyum,
                    Tarifsiz kederler içinde.

                    Urumelihisarı'na oturmuşum;
                    Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:

                    '' Istanbul'un mermer taşları;
                    Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;
                    Gözlerimden boşanır hicran yaşları;                    
                                                       Edalı'm,
                                                       Senin yüzünden bu halim.''
                    " Istanbul'un orta yeri sinama;
                    Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
                    El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
                                                     Sevdalı'm,
                                                     Boynuna vebalim ! "
                    Istanbul'da Boğaziçi'ndeyim;
                    Bir garip Orhan Veli;
                    Veli'nin oğlu;
                    Tarifsiz kederler içindeyim.
                          ---------------------------------------------------------------